
Dizelerin Esenliği – Kitap
DİZELERİN ESENLİĞİ İÇİN ŞİİR
Kemal İMER
İKİLİK
Rafa kaldırsam da dizeleri,
Mutlak gelir indirmenin yeri…
DİZELERİN ESENLİĞİ İÇİN
Dizelerin esenliği için,
Yüreğini soydu ozan:
İnanç-sevgi birikimi…
Dizelerin esenliği için,
Yüreğini usa vurdu ozan:
Bilinç-sağduyu birikimi…
Dizelerin esenliği için,
Benliğini sundu ozan:
Emek-özveri birikimi…
Dizelerin esenliği için,
Kalemini yondu ozan:
Sözcük-ezgi birikimi…
Dizelerin esenliği için,
Türkçesini yudu ozan:
Çağlar-coğrafyalar birikimi..
Dizelerin esenliği için,
Şiir gibi yaşamaya durdu ozan;
Yaşamın şiirini yazmaya…
SÖZ ŞİİRİN
I. DOĞUŞ
Kimi, bin bir sancı
Yudum yudum;
Kimi apansız,
Gemi azıya alan
Atlar gibi,
Sağanaklar gibi…
Ozan tükenir, ben doğarım…
II. RENK-SES
Karalara karşı
Yeşil,
Mavi,
Tozpembe
Ve ak;
Ağıtlara karşı
En yaşamsı,
En oynak ezgiyim…
Solgun, suskun duramam…
III. SÖZCÜK
Sıcak,
Fısıltı,
Cıvıl cıvıl,
Dopdolu,
Coşkulu,
Gizemli,
Sevimli,
Özge,
Az, öz:
Türkçe…
Sözcük benim, ben sözcüğün!…
IV. GİYSİ
Nasıl istersem öyle,
Ozan terzimin
Altın iğnesinden,
İbrişimle…
Belki yalnızca tül…
Ama çırılçıplak gezemem…
V. ÖZ
Bireysel duygular..
Toplumsal sorunlar..
Doğa..
Boylu boyunca sevmek sonra…
Düşlerle,
İmgelerle,
Çağrışımlarla
Sarmaş dolaş bulursun beni…
Dört dizeme sığdırırım evreni…
OZAN YÜREĞİNİN YAŞI
Ortası yok duygular çağı:
Sevinçse doyasıya,
Acıysa kıyasıya,
Sevmekse ölesiye…
Tutkunun, gizemin dostu,
Coşkunun oynaşı, gençlik.
Önce insan elbette;
Ne dil, ne renk, ne ülke…
Gök gözlü güvercin,
Sırça yürekli, barışçıl serçe…
Yanılıvermez mi
Yaban ayaklar,
Birden değişir sahne:
Direnç kesilir baştan başa
Batı’nın zeybeği,
Doğu’nun dadaşı, gençlik…
Dallar ne denli kuru,
Toprak ne denli kıraç,
Kış ne denli uzun olsa;
Sinip duran miskine,
Yüreğine küsküne,
Kuytudaki suskuna
Can katan aşı, gençlik…
Nedir insanı değerli kılan?
Yanlıştan doğruya varış mı,
Safsatadan bilince,
Önyargıdan mantığa?
Ussa, us!..
Sonsuz boyutta köz köz
Yürekse, yürek!..
Düşeni kaldıran ellerin;
Çirkinden güzele,
Dünden geleceğe
Yürekli yürüyüşün başı, gençlik…
Çocuğun düşü,
Yaşlının uğraşı;
İnsanlığı ölçü taşı;
Ozan yüreğinin
Hiç değişmeyen yaşı, gençlik…
OZAN BİLİNCİ
Böylesine suskunluğun,
Dinginliğin;
Ne erincinden,
Ne bilgeliğinden…
Yanıltamazsın beni!
Korkunç çığların,
Ne sessiz tepelerden;
Ürkütücü çağlayanların,
Ne dupduru kaynaklardan;
Aşılmaz dalgaların,
Ne sütliman sulardan
Doğduğunu,
Bilir çünkü ozan…
YAŞAMAK SANATI
Kanın kırmızısı,
Bozkırların sarısı,
Gecelerin karası
Egemen resimlere..
Ezgiler
-Ki dosdoğrudur
Yolları yüreklere-
Gözyaşı üretmede…
Acıyla, umutsuzlukla,
Korkuyla el ele
Ölüm, boy atıyor
Dizelerde…
Gök kuşağı resimler,
Kıpır kıpır ezgiler,
Yaşam yüklü dizeler
Nerde?..
ÖNDE YÜRÜMEK
Sevgi evrenine bireyler kat
Gönül gönül işleyip.
Kargadan
Bülbül sesi nasıl dinlenir,
Öğret onlara…
Bilsinler ki,
Isınmadıkça her biri
İliklerine dek sevgiyle,
Son yok güz ağıtlarına…
Gözleri -ki tozpembe-
Kanatlarında olsun
Güvercinlerin…
Öğretip öğretip de
Yolunu,
Yemyeşil bir evrenin,
Sen,
En önde yürümelisin…
YUNUSÇA SEVMEK
Taşar yüreğin sevinci,
Gönlüme erince Yunus..
Sencileyin karşılıksız
Sevgimi verince, Yunus!
Güzelliğe akın olur,
Uzaklıklar yakın olur,
Sevgi gibi yükün olur,
Bugüne varınca Yunus.
Yüreğin pusu silinir,
Halkımın yası silinir,
Türkçemin pası silinir,
Sözünü derince Yunus.
Sürer insan tarlasını,
Saçar tohumun hasını,
Biçer ürünün asını,
Sevgi göğerince Yunus.
Kin eğilir, dize gelir;
Çiğ bilinen, köze gelir;
İnsanlık, tez bize gelir,
Postunu serince Yunus.
Kemal densiz, dili kayar;
Kendisini ozan sayar;
Uzun sürmez, o da ayar,
Yolu gösterince , Yunus!..
SEVGİ ÇAĞRISI
Haydi yıkılsın duvar,
“Sevelim, sevilelim!”
Sevgiden güzel ne var?
“Sevelim, sevilelim.”
Gönül gönül taşalım,
İnsanlığa koşalım,
Ölümü de aşalım,
“Sevelim, sevilelim.”
Sevgi ölümsüz candır,
Kuru damarda kandır,
Yunus’tan armağandır,
“Sevelim, sevilelim.”
Kıl keçe, ipek olsun;
Dikenler, çiçek olsun;
Yılan, kelebek olsun;
“Sevelim, sevilelim.”
Pınarların suyunca,
Şöyle boylu boyunca,
Yunus gibi doyunca
“Sevelim, sevilelim.”
Ağıları içmeden,
Sevgi çağı geçmeden,
Ecel bizi seçmeden,
“Sevelim, sevilelim.”
SEVİP SEVİLİNCE ÖZÜ BİLİNCE
Yüzyıllar önceye uzandım yine,
Ölüm uykusundan uyandım yine…
Olanı biteni hesaba koydum,
İnsan oluşumdan utandım yine…
İyiyi seçince, bir an duruldum;
Kötüyü görünce bulandım yine…
Tam ki teslim olup, sinip yılmışken
Erdem silahımı kuşandım yine…
“Sevgi çözer!” dedim, sıkı sarıldım;
Sarıldıkça coştum, inandım yine…
Sıyırdım külünü, deştim közünü;
Gönlümü sevgiye, tez bandım yine…
Gidimli dünyada tutkudan geçtim,
Sevgi pınarında yıkandım yine…
Sevip sevilince, özü bilince;
Mevlânâ, Yunus’la donandım yine…
BİRLİĞİ DAMITMAK
Sarı, sarıda;
Kara, karada
Ve ak, akta
Birleşirken
Kenet kenet,
Renkler düşmanlaşır birbirine…
Din din,
Mezhep mezhep,
Yol yol
Kaynaşılırken
Sımsıkı saflarda,
İnanışlar düşmanlaşır birbirine…
Yaşanırken
Zincir zincir
Avrupalı, Asyalı
Bilmem hangi kıtalı
Olmanın övüncü,
Kıtalar düşmanlaşır birbirine…
Yurt,
Sarıp sarmalar
Sınırlarını
Kanıyla çizenleri;
Ulus,
Acıda, sevinçte,
Yazıda
Bölünmez bütün;
Ana dili,
Usun, yüreğin,
İmgenin, düşlerin
Ve gerçeğin
Sımsıcak bağı…
Daha nice ortak bölenler..
Nice ortak çarpanlar..
Nice birleştiriciler…
Ama, yok
Yoğurduna, ekşi diyen;
Acısına, acı, diyen yok…
Gel koy şimdi
Renkleri,
İnanışları,
Tüm yaşamları
Ve tüm yaklaştırıcıları
Sevgi imbiğine;
Bir damla anlayış,
Bir tutam saygı,
Bir yudum hoşgörüyle…
Böyle damıtılır birlik,
Sevginin imbiğinde..
SEVİNCİM
Bir serçe,
Oyar da gözlerini gecenin,
Sunar güneşe;
İkincisi, özenir ona…
Karganın biri,
Soyunur karasını
Göle salıp kirini;
İkincisi, özenir ona…
Bir martı,
Mavilerle sevişir doyasıya,
Çırpar da kanatlarını;
İkincisi, özenir ona…
Ve biri kelebeğin,
Ak çiçeklerde ısınır,
Ölüme değin;
İkincisi, özenir ona…
Çoğullaşır ya özenişler,
Eylemleşir ya…
Göz incisi coşar, taşar,
Sevinir buna…
YANSIMAK ÇAĞLARA
Başlamalıyız yeniden:
Ben,
Sen,
Biz…
Başlamalıyız yeniden…
Gerçeği yalnız komayın:
Düş,
İmge,
Giz…
Gerçeği yalnız komayın…
Bir şeyler kalmalı yarına:
Anı,
Armağan,
İz…
Bir şeyler kalmalı yarına…
İster söyle,
İster yap,
İster yaz,
İster çiz…
Yansımalı çağlara bugünden,
Yansımalı çağlara!..
SEVGİ ELLERİ
Sen
-Dileğin olsun diye-
Güneşi taşlayan çocuksun..
Sen, ağladığındaysa
Yaşlı kadın…
Mutluluğun,
Geçip gitmiş sanırsın.
Oysa,
Her sevdiğin çağda,
Hep genç kalacaksın…
Bugün değilse bile,
Yarın,
Nasıl yakalanıyorsa ilkyaz,
Saçlarından şarkılarda,
Sen de sevgi elleriyle
Öyle yakalanacaksın…
BİR ÖNERİ BİR DİLEK
Soğuk sessizlikler içindesin.
Sıcacık sevgiler
Sunsam,
Ne dersin?
Yaramaz etme gözlerini.
Bil ki,
O iki deniz,
Bende var eden seni…
KARANLIĞIN KUŞUNDA UMUT
Ne şanssız kuş,
Baykuş;
Güneşsiz yaşıyor..
Ne şanslı ki
Baykuş,
Güneş umudu taşıyor…
YOK BAŞKA YOL
Sevgisizliğin
Ayazında kalanlar,
Güneşe tutun yüreğinizi!
Yok başka yol
Yakındığınızı giderecek;
Denendi hepsi…
SEN DEĞİL MİSİN?
Sen değil misin,
Gün boyu oluk oluk
Azık taşıyan karıncaların
Yolunu kesen,
Yuvalarını da başına yıkan?..
Sen değil misin,
Bir büyük parmak
Bal için,
Çomak sokup kovanlarına
Boş yere
Bir karmaşada
Oğul oğul arıya kıyan?..
Alt tarafı
Üç beş dut yaprağına
Üstelik
Kendisini de tutsak edip
İpek sunsun da sana,
Göz dik
Bir kelebeğin
İki günlük yaşamına…
Alçak tepeleri
Yaratmış gibi,
Emek deme bir de
Sevgi deme,
Barış deme boşuna,
İnsanlık.. hiç deme!..
ACIMASIZ GÜLÜMSEYİŞ
Sinir burgacında
Yüzme de bilmezken
Geçip geçip karşına
Gülümser biri…
Buzla ayağının
Uyuşmazlığında,
Elini uzatmaz da
Gülümser biri…
Yaşam bozgununda
Seni seçer kurşun,
“Oh kurtuldum!” der,
Gülümser biri…
Soluksuz dizelerin,
Beş para etmez ya
Tükenip gidişine
Gülümser biri…
GERÇEĞİN DEVİ
Masalların güçlü,
Korkunç,
İri yarı devi,
Ne denli küçüldü çağımızda
Hem ne sevimli…
Oysa masaldakilerden
Daha kötülükçü
Devler,
Dolaşıyor aramızda…
Onulmazlık yaramızda…
YASLANAMAMAK
Ne güç!
Bildik bir el
Vurmasın diye sırtından
(En çok bu nedenle),
Hep yüz yüze olmak
Dostla (!)…
DİL ELDEN ÖTE
Bir uyanış ki sorma,
Us, çağdan öte…
Duygulara sınır yok,
Gönül, evrenden öte…
Öyle tez yol alır,
Umut, sonsuzdan öte…
Söylenir de söylenir,
Dil, elden öte…
ÖRÜMCEK
Acı büyür budandıkça:
Öyle eylemci dev örümcek,
Düşünüşten duyuşa dek,
Örer durmaksızın ağ…
İPEK BÖCEĞİ
Erdem ışıklıyor geleceği:
Örümcekten bin kez tez,
Katıp gündüze geceyi,
Kozasını örüyor ipek böceği…
YATAK DÖĞÜŞÜ
Uykumun kapısında,
Saçaklarda, penceremde
Yağmur damlaları,
– Şıp! Şıp! Şıpır.. şıp!-
Açar usumun gözlerini:
Şunu şöyle yapmalı,
Şöyle etmeli…
Bir boğuşmadır sonrası
-Şıpır.. şıp! Şıpır.. şıp!-
Pişmanlıklar girer araya:
Deseydim, demeseydim;
Sevseydim, sevmeseydim;
Alsaydım,
Verseydim…
Dilekler,
umutlar,
beklentiler;
Kaygılar,
acılar,
kuşkular…
-Şıpır.. şıpır.. şıpır.. şıp!-
Çocuklar büyüse, okusa…
Şöyle bir dinlensem,
Oh, desem!…
Maaşım ne zaman artar?…
Ev sahibim ne diyecek?…
Sızlayan dizlerim,
Dönen başım;
Yaşlı anam,
Yoğun işlerim,
Sofrada aşım…
Uykumun kapısında damlalar,
Açar usumun gözlerini:
Yatağım ateş,
Yastığım diken…
Sonra bırakırım kendimi,
Damlaların ritmine:
-Şıpır.. şıpır.. şıpır.. şıp!-
Şıpır.. şıp!
Şıpır!
Şıp!
Şşş…
NEYİ NİÇİN?
Hiçbir ozan,
Kendisini söylemez
-Doğa varken,
İnsan varken,
Yaşam varken-
En kendisini söyler
Görünse bile…
Hiçbir ozan,
Kendisi için
Söylemez…
Hangi ağaç,
Yemişini kendisi yer?…
EŞİTLİĞİN AŞINMASI
Eşitlik,
Birbirine koşut
İki dost çizgiydi…
Yılanlaşır
Çizginin biri;
Nasıl dostluksa bu…
Adalet,
Dengede iki kefe…
Kefenin teki
Oyunbozan;
Büyür dengeye kuşku…
Bir yanı erir
Eşitliğin,
Dağlaşır karşı ucu…
ANLAYANA
Bunca söz niye?
Bir gözbebeği ışıltısı,
Kaşların çatılması,
Boyun büküş umarsız,
Bir içten gülümseyiş,
Alındaki çizgi,
Saçtaki ak, eldeki nasır..
Ne çok şey anlatır oysa…
Her şey apaçık ortada.
Bir küçük duyarlık
Ve ayırdına varma
Olan bitenin..
Bunca söz niye?..
GEL DE ANLAT
Güzellik görecedir,
Diyorum,
Güzellik geçer gider.
İnsanlıktır,
Erdemdir kalan;
Ne ipek, sırma saç
Ne maviş, badem göz
Ne kiraz dudak
Ne servi boy…
Biçim,
Özle güzellenir,
Diyorum…
Diyorum da..
Gel de anlat tutkulu yüreğime…
DÖNÜŞSÜZ SÜREÇ
Bir nisan sabahı
Ağladım doğuşuma…
Evcilik oynardım,
Oyuncaklarım yitik…
Keşke öksüz komasaydım
Çocukluğumu!
Bıyıklarım terlemişti
Çiycik çiycik…
Sevmek doyumsuzmuş,
Anladım…
Çocukluğun ardı sıra
-Vazgeçemediğim-
Yolcudur, gençlik…
ÇELİŞKİ
Bir yeşil dünya,
Sımsıcak;
Yeşiller gülüşür…
Bir yeşil dünya,
Sımsıcak;
Sarılar üşür..
Karalar üşür…
BİR KELEBEK BİR DE BEN
Hep duvarların üstüne,
Üstüne;
En uç dallarına ağaçların,
Uç dallarına;
Dağların doruklarına…
Yürüsem ya düzde!..
Yaz,
Padişah hareminde gözde,
Gözde;
Sımsıcak odalarda öpsem kışı,
Öpsem kışı…
İlkyazsız çarpar mı yürek?..
Ne bulurum şu gözde?..
Bir kelebek, bir de ben
Yaşıyoruz sözde…
ÜÇLÜKLER
I.
İlkyaz çiçeksiz de olur;
Ağaç döküverir yaprağını
Daha yeşilken…
II.
Ölüm ne ki!..
Ayaklarını kırmalı
Koşan yılların…
III.
Ben de meydan okurdum
Güze,
Çam ağacında yaprak olaydım…
IV.
Kanıksandı acı.
Tatlıyı bilmeyen dillerde
Tat şimdi…
V.
Düşün ki karıncasın…
Yuvanı
Kuytuda mı kuracaksın?
VI.
Kuşlar uçmazdı böylesine,
Boyanmasaydı gökyüzü
Özgür maviye…
UYUMSUZUN BİRİ (!)
İlkelliğe özentimiz
Büyürken
Günden güne,
O, adamış kendisini
İnsanlık bilimine…
Deli mi ne?..
Tok sofralarında
Dudak bükülürken
Kuş sütüne,
O, uzanamaz ekmeğin
Bir kuru dilimine…
Deli mi ne?..
Yaşam bir içim su
Ve kanımız akarken
Delicesine,
O, yaşatmak için
Koşar ölümüne…
Deli mi ne?..
İKİ SÖZCÜKLE YAŞAMAK
Al insan kitabını
Oku,
Sözcük sözcük
Hece hece
Gündüz gece
Çöz tüm gizlerini,
İyice özümle
Ki sığsın iki sözcüğe:
“Sevmek” gibi,
“Erdem” gibi…
İnsan engininden
İki sözcük damıtmak mı?..
Doyurmak için
Bencilliğini
Geçerli say her yolu;
Özgürlükmüş,
İnsanlıkmış, dostlukmuş,
Acımakmış,
Veryansın et!
Hep kar yağsın
Güvenilen dağlara,
Hep o gözlükten gör
İnsanı, evreni:
“Güçlülük” gibi,
“Para” gibi…
Sığınıp iki sözcüğe
İnsanlığı unutmak mı?
Hep gülücükler
Dağıtmak;
İmgeler, düşler
Gezgini olmak…
Yaz, yazdır..
Kış da kış!
Sorumluluklara
Dön arkanı,
Kulaklarını tıka
İnleyişlere..
Gir bir iki sözcüğün
Gölgesine:
“Boş ver!” gibi,
“Bana ne!” gibi…
Uzanmak mı,
İki sözcüğün serinliğine
Yoksa?…
İLKYAZIN GÖLGELENEN COŞKUSU
Hep böyle akmış
Şen şakrak sular,
Dağlar hep böyle
Sırt sırta, dimdik
Hem ne yeşil
Hem ne mor…
Denizler,
Gökyüzüyle inatlaşıp
-Mavi mavi-
Ya uzanmada kumsala
Uysal
Ya tırmanmada kayalara
Köpük köpük…
Doğa güzelliğe anıt…
Havanın soluğunda
Hafiften yumuşama:
Soyunup dökünmeler..
Pencerelere koşuşmalar..
Yollara düşmeler
Kanat kanat, uçarı..
Balkondan balkona
Seslenişler..
Akşamüstlerinin
Buram buram kokusu..
Bir cıvıl cıvıllık
Sokaklarda…
Hepsi yaşamaya kanıt…
Ölüm de neyin nesi
İlkyazın can evinde?..
ÖLÜMÜN BENCESİ
Ölüm, karanlık;
Ölüm, çözümsüz giz…
Ölüm,
Yaşarken yaşamamak…
Ölüm,
Ana dilimdir,
Başka dillere tutsak…
Ölüm,
Güçsüz ulustur,
Fare kapanında
Hem yabancı eli
Anadolu bağrında…
En büyük açtır
İçimde,
Yaşamımı kemiren…
Kilitli gönüllerde,
Sunulmayan sevgidir,
Ölüm…
Ağızlarda buruk…
Ölüm,
Umarsızlar dudağında
Mutluluk…
ÖLÜM DE ÖĞRETMEZSE
YAŞAMAYI
Bile bile
Unutmalarımız:
Duygusuz yanımıza
Ayırmak zamanı
Yalnızca,
Ussuz yanımıza..
Dostun ne sevincine
Ne de acısana…
Bile bile:
Nesneler doruğuna
Tutkular ışık hızı…
Sakıncasız sanmak
Çıkarlarımızı
Ve yaşanılmaz etmek
Can yaşamı,
Zehir damlalarla…
Bile bile:
En üstte
Olmak uğruna
(Yerimiz,
O yer olsa keşke!)
Basamak sayıp
Çiğnemek,
Baş tacı olacakları…
Sevmenin, bölüşmenin
Ölümsüzlüğünü,
Ölümün de
Ayırmasızlığını
Bile bile…
ARMAĞAN
Kış, yine kıştı:
Yetmezlikler mevsimi,
Yalnızlıklar, acılar…
İçimizde çırpınan
O yaramaz kumru,
Az mı direndi
Duvarlara, bulutlara…
İlkyaza çıkıyoruz:
Sırılsıklam doğa.
Yüreğimizde, usumuzda
Ne varsa
Suskun, kuşkulu, kara;
Arınmalı tez elden
Bu sağanakla…
Direncimizin armağanı
İlkyaz,
Sunuyor kızlığını..
O BAYRAM
Güç, güçsüzü ezince..
Kötülük kol gezince..
Genç, yaşamdan bezince..
Onulmaz yaram olur…
Acı, yürek yarınca..
Umutlar kararınca..
Yol, çıkmaza varınca..
Yaşamak haram olur…
Küs, küsle barışınca..
Dost düşman sarışınca..
Sevinçler yarışınca..
O bayram, bayram olur…
VE ÇOCUKLAR ÇIKAGELİR
Bir çıkış yolu arayışın sancısını,
Sevince dönüştürmede öğretmen:
Yüreğim acıları deşti yine,
Usum da çıkmazları eşti yine,
Derinleşti alnımın çizgileri,
Sorunlar benliğimi üleşti yine…
Hani yaratılmışların
En değerlisiydik,
En seçkin varlığıydık evrenin?
Nasıl soyunuruz
İnsan yanımızı
Bu denli kolayca?
Doyumsuz çıkarlara tutsak,
Sığınıp bencilliğimize
Sürüklenip gitmedeyiz
Bir adım önümüzü görmeksizin.
Nasıl yabancılaştırdık böyle
Bizi, bize;
Nerede insanlığın o büyülü sesi,
Ne zaman mutluluk imecesi?..
Öyle kara değil gözlüğüm benim,
Belki de düş, düzdüğüm benim,
Çözdüğüm bilmece çarpıcıysa da
Umutla doludur sözlüğüm benim…
Ne insanlığın yok oluşunun
Ağıtıdır bu,
Ne de felaket çığırtkanlığı…
Ben öğretmenim,
Eğitim yolunun gönüllü yolcusu;
İnsanı insan edecek
O gizi arıyorum,
Yaşamın sımsıcak kucağını;
Dostluğun, kardeşliğin güleç yüzünü;
Birliği en çok,
Üretkenliği hem de yapıcılığı…
Hep güzele varsın istiyorum
İki nokta arasında en kısa yol.
Açıp ardına dediğin açılmaz kapıları,
Yürekleri sarmaş dolaş etmek var ya
İşte o coşkunun tutkunuyum ben…
Bilincin, en amansız inadı bu;
Sevginin, inancın gerçek adı bu;
Hasadı yapmanın sevincine eş,
Öğretmen olmanın büyük tadı bu…
Ve çocuklar gelir ışıl ışıl
Güvercin kanatlarında,
Defne dalı çelenklerle…
Sınıflar tıklım tıklım olur,
Laboratuvarlar çın çın…
Sıralar dolar taşar;
Mutluluğu karelenir kitapların,
Ak tebeşir kalemle inatlaşır,
Ağzı kulaklarına varır zillerin…
Umutlar bir göğerir.. bir göğerir!..
Ansızın uzanıverir karanlık,
Gün ışığına;
Kışın en amansız yerinde
Dallar tozpembe çiçeklenir
Ve ağıtlara inat
-Hep bir ağızdan-
Yeşil-mavi karışımlı
Bir doyumsuz türkü söylenir…
İşte bu ezgiyle coşar öğretmen,
Tez elden sınıfa koşar öğretmen,
Aşar bir solukta karamsarlığı,
O anda sonsuzluğu yaşar öğretmen!..
ÖĞRETMENE ÖVGÜ
Emeğin
Çoktan koyuldu yola:
Ayıklanmada usun
Örümcek ağları,
Sıyrılmada külünden
Yüreklerin sımsıcak,
Bitimsiz közü;
Zincirler kırılmada,
Duvarlar yıkılmada,
Bir daha,
Bin daha…
Emeğin yapıcı,
Emeğin üretken;
Çocukluğun coşkusu,
Gençliğe
Kan-öğretmen!
Yol ayrımları,
Yol birleşimleri olur
Güzelin odağında,
Alır götürürsün
Biten günü
Bal tadı yalınlara…
Tutsak olup
Işığın büyüsüne,
En koyusunda
Gecenin
Çırpınan kelebeğin,
Mutlak ulaşacak
Sabaha,
Yaşama direnci sen,
Ona
Böyle sunulmuşken
Armağan – öğretmen!…
Sevgi – çelik alaşımı
Çizmek sınırlarımızı,
Silkip atıvermek
Yaban elleri
Yakamızdan,
Solumak özgürlüğü
Masmavi doyasıya,
Fidan fidan,
Başak başak
Göğertmek Anadolu’yu,
Sonsuza değin aklamak
Alınyazımızı…
Haydi, kara bulutları
Dönüştür
Umut yağmurlarına!
Hani o
Güneş başlı,
Deniz bakışlı
Dev var ya,
Yarat onu yeniden
Vatan – öğretmen!..
Bakıvermesi
Göz bebeklerimizden
Ta içimize,
Sımsıkı tutuvermesi
Ellerimizden
Çıkmazlarımızda;
Kendinden geçmesi
Karatahtada
Ak çiçekler açtırırken…
Derse girişindeki
Sabırsızlık,
Çıkışındaki
Boyun büküş;
Yanlışımızda kızgınlığı,
Bağırması yalancıktan;
Gülümseyivermesi
Buluttan arınan
Güneş gibi
Ve sevmesi,
Sev-me-si
Ana artı babanın
Karesi,
İçten mi içten,
Can – öğretmen
Dengelenemez
Aldığıyla verdiği,
Tepeden tırnağa
İnsan – öğretmen!..
Şunlarıda Beğenebilirsiniz

Yaz Türküsü Yüreğimin – Kitap

Yolum Varmıyor Sana – Kitap
